Biliyorum, kader hiç bir zaman senin bu satırları okumana izin vermeyecek... Ama ben umudumu Allah'a bağladım bir kere... Sağ elimi sol tarafıma koyduğum an beynimde hissettiğim ritim, sana bu satırları yazmamda ki en büyük cesaret kaynağım...
Uzaktasın... Hele şimdi daha bir uzakta... Gözümden akıp yanaklarımdan süzülen o küçücük ve masum damla, milyon kez düşse yere yine ulaşamaz sana... İşte o kadar uzaktasın...
Bekliyorum, uzakların yakın olmasını.... Pek tabi senin de bekliyor olduğunu umud ederek...
24 Kasım 2010 Çarşamba
21 Haziran 2010 Pazartesi
Şiir: Gökyüzü Hala Maviyken!
Uzun süren suskunluğumuzu bir şiirle bozuyoruz. Yazmaya devam! |
Şiir mi? Yazmak gelmiyor artık içimden. Yalan söylüyorum aslında. Gökyüzü hala maviyken, Yazabilirim esasında. |
3 Haziran 2010 Perşembe
Röportaj: Pınar Hanım Tarih Yazıyor!
Röportajlarımıza uzun bir soluk aldıktan sonra devam ediyoruz. Aslında röportaj serimize bu kadar uzun ara vermeyecektik lakin 8 farklı kişiye yolladığımız röportaj talebimizin sadece biri bize geri döndü. Bu seferki konuğumuz Kalb Ufku isimli blogun yazarı ve aynı zamanda Tarih Öğretmeni olan Pınar. Kendisine yoğun çalışmasının arasında sorularımızı yanıtladığı için teşekkür ediyoruz.
Kalb Ufku isim bir blogdan size ulaştım. Blogunuzun içeriği gerçekten çok güzel fakat uzun süredir yeni paylaşım yapılmamış. Önümüzde ki süreçte yazmaya devam edecek misiniz yoksa blogger olmak bir heves miydi?
Blogger olmak bir heves değildi ama yeni bir yer, yeni bir düzen ve yoğunluk engellemeleri oldu. Asıl sebep olarak ise şunu söyleyeyim, yazı yazmak benim için ciddi bir zihin yoğunlaşması ister.. Ama son zamanlarda epey sıkıntılı bir süreç yaşıyorum ve yazı meselesine giremiyorum malesef.. Kalbim ve ruhum garip hallerde; kelimelere dökemiyorum. Tabii müthiş destek aldığım Ahmet Burak Bal ile pek görüşemeyince de bir gevşeme oldu sanırım. :)
2 Haziran 2010 Çarşamba
Şiir: İnsan Ömrü
Vakit yok! Malesef. Eğlenmeye, dinlenmeye, aramaya veya bulmaya, kaçmaya, kovalamaya, üzülmeye, sevinmeye, gülmeye, ağlamaya, okumaya, yazmaya, görmeye ve izlemeye duymaya ve dinlemeye... |
İnsan ömrü çok kısa, Yaşamaya vakit yok. Dün doğdu, öldü bugün, Yas tutmaya zaman yok. İnsan derdi tükenmez, Kendi tükenir gider. Doyumluk değil dünya, Tatmaya da vakit yok. |
1 Haziran 2010 Salı
Bir Avuç İnsan...
Zaten bir avuç insan değil midir sebep yaşamaya...
Evet, bir avuç insan... Kalplerini Rabbi'ne açmış, haksızlığa avazı çıktığı kadar karşı duran, zulmü kınayan, hakkını arayan, iyiliği kendine düstur edinen, komşusu aç iken tok yatmayan, ateşin her nereye düşerse düşsün onları yaktığı bir avuç insan...
Şimdilerde onlar İsrail'in zulmünek meydan okuyor. Amerikan emperyalizmine karşı örgütlenenlerin dahi cesaret edemeyeceği şeyleri bu bir avuç insan yapıyor en alasından... Bir avuçlar ama dünyayı bu zulme dur, demeye davet edebiliyorlar en gür şekilde!
Şimdilerde bir kaç gemi suları yara yara ilerliyor Akdeniz'de... Gazze'de binlerce yürek bu gemiyi beklemekte... Gazzenin her yanı İsrail! Onlar için umut ancak denizden gelebilir. Nitekim öyle de olacak. İsrail'in ambargosu kırılacak. Ortadoğu'da ve dünyada yalnızlaşan İsrail'i milyar dolarlık şirketleri bile kurtaramayacak.
Şimdilerde pek çok ülkeden insan Gazze'deki kardeşlerine yardım için o gemilere bindi... Şimdilerde hainler yine yapıyor hainliğini.. Yaralılardan dahi korkup onları kelepçeleyen bir zihniyetin keskin pençesindeler şimdi... Kim bilir neler yapıyorlardır yiğitlere o it sürüsü...
Şimdilerde dualar bir avuç insan için yükselmekte arş-ı ala'ya. Beddualar öbek öbek iniyor birer yıldırım gibi kana susamış ülkeye...
31 Mayıs 2010 Pazartesi
30 Mayıs 2010 Pazar
Şimdi Gidiyorum Geldiğimde Bu Yazı 10 Yorumu Geçmez İse Bırakıyorum!
Yayına başlayalı 2 ayı geçti. 100'den fazla paylaşım yaptık. Blogumuz daha kaliteli olsun diye titizlikle tasarladık. Bir dergi bile çıkardık. Lakin gelin görün ki ben her Blogger kontrol paneline girdiğimde yönetilecek yorum sayısı "0" oluyor. Koca bir "0" hemde!
Şimdi gidiyorum. Geldiğim de bu yazıya 10 yorum istiyorum. Sadece 10 yorum! O yorumlarda da içinizden ne gelirse onu yazmanızı istiyorum. Geldiğimde 10 yorum bulamaz isem karşımda. NDK'yı bırakıyorum. Bırakırsan bırak bize ne, diyebilirsiniz. Aman ne olur bırakma sen gidersen biz n'parız (!) da diyebilirsiniz. Ama kararımı verdim. Tamam mı? Devam mı? Süreç başlasın!
Şimdi gidiyorum. Geldiğim de bu yazıya 10 yorum istiyorum. Sadece 10 yorum! O yorumlarda da içinizden ne gelirse onu yazmanızı istiyorum. Geldiğimde 10 yorum bulamaz isem karşımda. NDK'yı bırakıyorum. Bırakırsan bırak bize ne, diyebilirsiniz. Aman ne olur bırakma sen gidersen biz n'parız (!) da diyebilirsiniz. Ama kararımı verdim. Tamam mı? Devam mı? Süreç başlasın!
29 Mayıs 2010 Cumartesi
Neden Kaybettik Bir Fikri Olan?
EURO 2016 için aday ülkeler dün sunum yaptılar. Sunumların hepsini izledim. Açıkça söylemek gerekirse en kötü sunum ve en kötü tanıtım filmi bizimki olmuş. Yüz ölçümü olarak bizden çok küçük olmasına rağmen İtalya'da 634 adet hava alanı olduğunu duyunca şok oldum! Şaka gibi değil mi? Ama değil!
Biz neden kaybettik? 1) Michael Platini, bir Fransız! 2) Sarkozy oradaydı! 3) Diğer ülkeler tecrübeliydi! 4) Uefa, Polonya'da yaşadıkları sıkıntıları Türkiye'de yaşama olasılığını yüksek buldu! 4) Türk medyasının desteği olmadı! 5) Lobi yapamadık.. 6,7,8,9,10... Artık EURO 2020'ye bakacağız. Şunu itiraf etmeliyim ki en güzel logo Türkiye'nin di! http://www.euro2016adayiturkiye.com/
Biz neden kaybettik? 1) Michael Platini, bir Fransız! 2) Sarkozy oradaydı! 3) Diğer ülkeler tecrübeliydi! 4) Uefa, Polonya'da yaşadıkları sıkıntıları Türkiye'de yaşama olasılığını yüksek buldu! 4) Türk medyasının desteği olmadı! 5) Lobi yapamadık.. 6,7,8,9,10... Artık EURO 2020'ye bakacağız. Şunu itiraf etmeliyim ki en güzel logo Türkiye'nin di! http://www.euro2016adayiturkiye.com/
Sessiz Ol Çocuk Geliyorlar! #2
Bu söz üzerine sadece yutkunabilmişti çocuk. Son bir kaç saat içerisinde neler olup bittiğini anlaması için aklında pek çok soru belirmişti. Konuşabilseydi soracaktı hepsini ama susmalıydı. Çünkü daha kimin veya neyin olduğunu bilmese de geliyorlardı...
Şafak yeni yeni sökmeye başlamıştı. Adam pencerenin altına sırtını dayamış her halinden çok eski olduğu anlaşılan silahını sıkı sıkı tutuyordu. Çocuk, adamı baştan aşağıya incelemişti. Saçları ve sakalları simsiyah, esmer tenli, iri ve muhtemelen otuz otuzbeş yaşlarındaydı. Üzerine giydiği gömlek pek çok yerinden yırtılmıştı. Pantolonun ise gömlekten aşağı kalır yanı yoktu.
Derin sessizliği anlamadığı dilde konuşmalar bozdu. Üç katlı bir inşaatın üçüncü katında olmalarına rağmen sesler sanki aynı odadaymışcasına net duyuluyordu. Adamın seslere kulak kesilmesinden, o dili bildiği sonucuna vardı çocuk. Kuşkulandı. Silah sesleri, çığlıklar, bombalar derken duyduğu bu konuşmalar da hayra alamet olmadığı kesindi. Ve bu sesleri aynı odada bulunduğu (tanımadığı) adam anlıyordu.
Konuşmalar bittiğinde adam ayağa kalktı ve silahın ucunu dudağına dayayarak sus işareti yaptı. Kapının kenarına pustu sonra. Adam bir şeyler bekler gibi pozisyon aldı derken içeriye hışımla bir asker daldı. Askein gelmesi ile çocuk köşeye attı kendisi. Bir anda kendine doğrultulmuş bir tüfekle kala kalan çocuk titriyordu, yutkunamıyordu bile... Göz ucuyla askerin arkasındanki adama bakıyordu. Tanımadığı birine umut bağlamıştı en azından ona zarar vermediği için.
Asker kaba bir şekilde bağırdı "Follow me!" Çocuk anlamamıştı... Asker daha sert bir sesle "Follow me stupid child!" diye bağırdı... Çocuk anlamadığından hareketsiz öylece bekliyordu. Asker bu duruma tepkisini ateş ederek gösterdi. Dizleri boşalan çocuk yine bayılmıştı...